25 Eylül 2016 Pazar

Adı Çıkmış Bir Tebaa, Görünmez Vatandaşlar Kuzeybatı Anadolu’da Türk Milli Hareketine Karşı Kuzey Kafkasyalı Direnişi 1919-23 (Bölüm 7 - Son)


Adı Çıkmış Bir Tebaa, Görünmez Vatandaşlar Kuzeybatı Anadolu’da Türk Milli Hareketine Karşı Kuzey Kafkasyalı Direnişi 1919-23 (Bölüm 7 - Son)


Sonuç
Kuzey Kafkasyalılar’ın resmi olarak “rehabilite edilmelerinin” neden 1950’den sonrasına tekabül ettiği sorusu bu makalenin konusunun dışında olsa da; Güney Marmara’daki bu “ihanet” ve “isyan” tarihinin Çerkeslere neden Ermeniler, Yunanlar ve Kürtlerin taşıdığı o kızıl damgayı kazandırmadığını sormak gerekir. Daha da ötesi, Kürdistan şiddet ve baskı içinde kavrulmaya devam ederken, Kurtuluş Savaşı boyunca yoğun olarak devlet karşıtlığı güden Güney Marmara bölgesi neden bu kadar dingin kaldı? Bu soruların cevapları kısmen, 1919-1922 arasında gerçekleşen Çerkes direnişinin tabiatının içinde yatıyor olabilir.

Bölgedeki isyan tamamen yerel bir olaydı ancak milliyetçi kışkırtmalara veya amaçlara dayanmıyordu. Ahmet Anzavur’un başını çektiği isyanla tepe noktasına çıkan bu gerilim, Kuzey Kafkasyalılar’ın Güney Marmara’ya yerleştirilmesiyle beraber ilk defa su yüzüne çıkan anlaşmazlıkların eseri olarak, uzun zamandır birikmeye devam ediyordu. Jön Türklerin savaş zamanı politikaları, Çerkesler arasındaki ekonomik bozulmaları alevlendirdi. Sefalet, açlık, politik dengesizlik ve Ermeniler gibi kırıma maruz kalma korkusu Marmara kıyısındaki birçok Kuzey Kafkasya topluluğunun ruh halini açıklıyordu. 1919 sonbaharında durum şiddetlenince, Çerkesler arasındaki memnuniyetsizlik; Güney Marmara’daki diğer ötekileştirilmiş grupların benzer şikâyetlerini kurnaz bir şekilde alevlendiren, Anzavur isimli bir Çerkes ile dile geldi.

Anzavur’un ölümünden sonra, Kuva-yi Milliye’ye dönüşmüş İTC’ye karşı mücadele etme umuduyla Anzavur’u destekleyen Çerkes ileri gelenleri tek başlarına mücadele etmeye devam ettiler. Jön Türk dönemindeki milli hak iddiaları ve özerklik isteği halen Güney Marmara’nın bölgesel politikasının tabanında yatıyordu. Ankara Anzavur’u ya da Şark-ı Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti’ni destekleyen ya da tek yaptığı (Gönen ve Manyas gibi) ayaklanmanın yaşandığı bölgelerde ikamet etmek olan bütün Çerkesleri ölümle ya da Doğu Anadolu’ya sürgünle cezalandırdı. Sonunda Şark-ı Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti’nin tüm üyeleri öldürüldükten, sürgüne gönderildikten ya da vatandaşlıktan çıkarıldıktan sonra bölgesel özerklik planları da onlarla birlikte can verdi.

Bu olay ve eylemlerin doğrulunu aleni olarak devlet merasimiyle, kamusal eğitimle ya da kışkırtıcı edebiyat ile tasdik etmek, Türkiye devletinin resmi anlatısıyla ilgili cevaplanması zor sorulara sebebiyet verecektir. İddia edildiği gibi, “Müslüman ve Türkler”in etkin fikir birliği ve kitlesel katılımıyla yaratılmış bir millette, bazı Müslümanlar nasıl olur da Mustafa Kemal’in Anadolu’yu özgürleştirme girişimine karşı çıkar? Bu soruyu daha da zorlaştıran şey, Güney Marmara’daki Çerkesler’in (mesela Hakkâri çerçevesinde yaşayan Kürtler gibi) Anadolu’nun coğrafi sınırlarına ait bir halk değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezine çok yakın bir bölgeye yerleşmiş olan bir topluluk oldukları gerçeğidir. Çerkes Ethem, Ahmet Anzavur ve Eşref Kuşçubaşı gibi Kuva-yi Milliye karşıtı isyan ve harekâtlarda yer alan birçok Çerkes, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki en asil ve en seçkin ailelerinin birer mensubuydu. Bu insanların Kuva-yi Milliye karşıtı eylemlerinin kökenine inince, Osmanlı İmparatorluğu’nu acı sona sürükleyen ve Türkiye vatandaşlığının yaratıcıları olarak addedilen kişilerle olan ilişkileri, şüphe ve merak uyandırmaktadır.

En önemlisi, Kurtuluş Savaşı sırasındaki “Çerkes ihanetinin” cezalandırılması, 1923’te iktidara gelen İTC/Kuva-yi Milliye koalisyonuna karşı sadık kalmış olan diğer Kuzey Kafkasyalılar’ı kesinlikle gücendirecekti. Örneğin isyan ve ayrılıkçılık Sivas, Kayseri ve Maraş’ta yoğun olarak bulunan Kuzey Kafkasya topluluklarının gelişimi içinde bir emare değildi. Birçok Kuzey Kafkasyalı uzmanın belirttiği gibi, Kuvayi Milliyeci hareketin galibiyetinden sorumlu olan en donanımlı ve güvenilir görevlilerin büyük kısmı Çerkes kökenliydi (78). Kuzey Kafkasya diasporası mensuplarının, Abhazya’daki Türk politikalarının oluşumu ve geliştirilmesi konusundaki son katılımları, Çerkesler’in Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını sürdürebilmesi adına oynamaya devam ettikleri koruyucu ve destekleyici rollerinin mevcudiyetini bir kez daha kanıtladı (79).  Fakat Anadolu’daki Çerkes diasporasının bu kesiminde sadakatin, aynı ayrılıkçılık fenomeni gibi, yerel koşullar, çervesel ilişkiler ve istisnalardan kaynaklandığını iddia ediyorum.

Türk Kurtuluş Savaşı sırasında, Kuva-yi Milliyeci hareket karşısındaki Çerkes direnişinden iki farklı ders çıkarabiliriz. Birincisi, kendimizi Anadolu’yu yekpare bir bütün olarak ele almaktan azat etmemiz gerekiyor. Güney Marmara’daki Çerkes ayaklanması, Anadolu’nun bölgesel düzeydeki karmaşıklığını ve çeşitliliğini hatırlatıyor. İkincisi Kemalizm mukavemetine, hizipçi ve etnik ayrımcılığı azleden bir fenomen olarak bakmalıyız. Diğer milletler gibi Çerkesler’in de Mustafa Kemal egemenliğine karşı savaş vermesinin nedeni; sınıf, ekonomi-politika ve taşra geleneğiydi. Türk milliyetçiliğinin dogmalarının ardına geçmek ve Anadolu’nun çeşitliliğine dair yeni anlayışlar benimsemek adına bakış açımızı düzeltmeliyiz.

Notlar

1. Konuşma dilinde ya da resmi olarak “Güney Marmara Bölgesi” gibi bir bölge mevcut değildir. Ben bu terimi aslen, Kale-i Sultaniye/Çanakkale, Karesi/Balıkesir, Hüdavendigar/Bursa, İzmit/Kocaeli ve Adapazarı/Sakarya isimli Osmanlı/Türk bölgelerini odaklayarak kullandım.
2. Türk Kurtuluş Savaşı’nı izleyen yıllarda önemli miktarda anı, belgesel araştıma ve bilimsel inceleme yapılmıştır. Bunlardan en önemlisi, Mustafa Kemal (Atatürk’ün)  1927’de Halk Partisi kongresinde otuz altı saatlik konuşmadan oluşan Nutuk’tur. Atatürk’ün ölümü sonrasında bu devletçi anlatının nitelik ve sonuçlarından ayrılan birkaç çalışma da yapılmıştır. (Özellikle Erik Jan Zürcher ve Taner Akçam tarafından yapılanlar kayda değerdir.)  Taner Akçam, From Empire to Republic: Turkish Nationalism and the Armenian Genocide (New York: Zed Books, 2004); Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1838’den 1995’e (İstanbul: Tekin Yayınevi, 1995); Yusuf Çam, Milli Mücadelede İzmit Sancağı (İzmit: İzmit Rotary Kulubü, 1993); S¸erif Mardin, “Ideology and Religion in the Turkish Revolution,” International Journal of Middle East Studies 2 (1971): 197–211; Kazım Özalp, Milli Mücadele, 1919–1922 (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1985); Stanford Shaw, From Empire to Republic: The Turkish War of National Liberation, 1918–1923: A Documentary Study (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2000).
3. Adnan Sofuoğlu, Kuva-yı Milliye Döneminde Kuzeybatı Anadolu, 1919–1921 (Ankara: Genelkurmay Basım Evi, 1994), 37–41. Sofuoğlu Anadolu Yunanları ve Ermenilere ait ihanet ve eylemleri “Kuzeybatı Anadolu’da Azınlıkların (Yerli Rum ve Ermeniler) Eylemleri” isimli bölümde ele alıyor.
4.  Tuncay Özkan, CIA Kürtleri: Kürt Devletinin Gizli Tarihi (İstanbul: Alfa Basım Yayım, 2004).
5. Bu inceleme, sanayi öncesi ve sonrası dönemdeki toplumlar arası şiddetin kaynaklarıyla ilgili çalışmalar arasında büyük yankı uyandurdı. Gelişmekte olan Türk ulus-devletine karşı Çerkes direnişinin tarihini, bazı ilkel ya da içsel gerilimler veya anlaşmazlıkların sonucu olarak incelemektense; bu makale, Kuzey Kafkasyalı direnişinin şiddetli ve sözde milliyetçi karakterini, yerel politikalar ve çağdaşlaşıp merkezileşen devletin baskıları eksenine yerleştirmeyi heheflemektedir. Birçok çalışma bu yaklaşımıma etki etmiştir. Örneğin: Anton Blok, The Mafia of a Sicilian Village, 1860–1960: A Study of Violent Peasant Entrepreneurs
(Oxford: Blackwell, 1974); Ranajit Guha, Elementary Aspects of Peasant Insurgency in Colonial India (New
York: Oxford University Press, 1991); Ussama Makdisi, The Culture of Sectarianism: Community History and
Violence in Nineteenth-Century Ottoman Lebanon (Berkeley, Calif.: University of California Press, 2000);
Gyanendra Pandey, The Construction of Communalism in Colonial North India (New York: Oxford University
Press, 1990).
6. “Kuzey Kafkasyalı” ve “Çerkes” terimlerini birbirlerinin alternatifi olarak kullandım. Bu iki terim arasında kesin bir farklılık bulunduğunu fark etmeme rağmen, (Çerkes terimi Adigece, Ubıhça ya da Abazaca konuşan insanları ifade ediyor), Osmanlı ve Batı belgelerinde Kuzey Kafkasyalıların hepsi “Çerkes” olarak geçmektedir.
7. Kemal Karpat, Ottoman Population, 1830–1914: Demographic and Social Characteristics (Madison,
Wisc.: University of Wisconsin Press, 1985), 69; Ehud R. Toledano, Slavery and Abolition in the Ottoman
Middle East (Seattle, Wash.: University of Washington Press, 1998), 84. Toledo’ya göre Osmanlı İmparatorluğu’na 1855 – 1856 arasında 595,000 ila bir milyon arasında Çerkes gelmiştir. Karpat, 1859 – 1879 arasında çoğu Adige olan iki milyon kadar Kuzey Kafkasyalının geldiğini ve 1879 sonrasındaki Çerkes mültecilerin sayısının yaklaşık olarak yarım milyon olduğunu tahmin ediyor.
8. Karpat, Ottoman Population, 57. Karpat, Osmanlı egemenliğinin son yüzyılındaki demografik eğilimlerle ilgili bu çalışmasında, 1880’lerde Anadolu’daki Kürt nüfusunun bir buçuk milyon civarında olduğunu belirtiyor. İhtiyatlı bir tahmin olsa da, Karpat’ın verdiği sayı Osmanlı İmparatorluğu’nda Çerkes diasporasının büyüklüğünü vurgulamaktadır. Güney Marmara’daki Kuzey Kafkas direnişinin mirasının çağdaş toplum bilincinde geniş çapta yer almamasının nedeni,  İmparatorluğun ulus-devlete doğru evrilmesi zarfında Dersim gibi yerlerde yapılmış olan Kürt direnişinin yarattığı derin etkiler ışığında çok daha merak uyandırıcıdır.
9. Marc Pinson, “Ottoman Colonizaton of the Circassians in Rumeli after the Crimean War,” Etudes Balkaniques
3 (1972): 71–85.
10. Nedim İpek, Rumeliden Anadoluya Türk Göçleri (1877–1890) (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1994),
185; Raif Kaplanoğlu, BursadaMübadele (Orhangazi, Turkey: Avrasya Etnografya Vakfı, 1999), 135. Nedim
İpek, 20. yüzyılın başlarında Bursa’da 29,886 kadar Kuzey Kafkasyalının bulunduğunu, Kaptanoğlu da, 1922’de Yunan işgali altında yapılan bir sayıma göre yalnızca Hüdavendigar sancağında, 108,000 Kuzey Kafkasyalının bulunduğundan bahsediyor.
11. İpek, T¨ürk Göçleri, 187–88, 198, 200.
12. PRO/FO 371/3418/199234, 3 December 1918.
13. Ibid.; Toledano, Slavery and Abolition, 106.  Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Çerkes topluluklarından bahseden İngiliz görevli dosyasında açıkça şöyle naklediyor: “Çerkes topluluklarının etkisi yalnızca bölgeseldi, fakat kanunsuz ve kindar oldukları doğruydu. Çok fanatiklerdi ve Konstantinopolis Hükümeti tarafından her zaman için güvenilebilinecek insanlardı…”
14. Toledano, Slavery and Abolition, 102–4.
15. Hüsameddin Ertürk ve Samih Nafiz Tansu, İki Devrin Perde Arkası (İstanbul: Ramazan Yaşar, 1969), 120.
16. Taner Akçam, Armenien und der V¨olkermord: Die Istanbuler Prozesse und die türkische Nationalbewegung (Hamburg, Germany: Hamburger Edition, 1996), 318–19; Tarık Zafer Tunaya, Türkiyede Siyasal Partiler: İttihat ve Terakki, Cilt III (İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1989), 283.
17. İzzet Aydemir, Muhaceretteki Çerkes Aydınlar (Ankara: n.p., 1991), 9; Sefer Berzeg, Türkiye Kurtuluş
Savaş’ında Çerkes Göçmenleri, Cilt II (İstanbul: Ekin Yayıncılık, 1990) 9, 34. 1914’te kurulan Şimali Kafkas Cemiyeti, İTC’nin Kuzey Kafkasyalılar üzerindeki çıkarlarını desteklemek için kurulan bir örgüttü. Bu komitenin faaliyetleri nedeniyle 1. Dünya Savaşı’nın başında Ajaria’da (Güney Batı Gürcistan’da) bir ayaklanma çıktı. (Çıkmasında Yusf İzzet Paşa’nın etkisi olmuştu)  Arsen Avagyan, Osmanlı İmparatorluğu ve
Kemalist Türkiye’nin Devlet-İktidar Sisteminde Çerkesler (İstanbul: Belge Yayınları, 2004), 134–39.
18. BOA.DH.S¸FR 75/156, 15 April 1917.
19. BOA.DH.S¸FR 89/61, 61-1, 12 July 1917; BOA.DH.S¸FR 89/105, 16 July 1917; BOA.DH.S¸FR 92/155, 14
October 1918; BOA.DH.S¸FR 96/95, 8 February 1919; BOA.DH.S¸FR 96/122, 9 February 1919; BOA.DH.S¸FR
96/330, 27 February 1919; BOA.DH.S¸FR 97/351, 31 March 1919.
20. Erik Jan Zürcher, The Unionist Factor: The Role of the Committee of Union and Progress in the Turkish
Nationalist Movement, 1905–1926 (Leiden: E. J. Brill, 1984), 84–86.
21. Fahri Can, “Birinci Dünya Harbından Sonra İlk Milli Kuvvet Nasıl Kuruldu?” Yakın Tarihimiz 1, no. 2
(10 May 1962): 334.
22. PRO/FO 371/4157/62437, 5 April 1919.
23“Kazım ÖzalpAnlatıyor,” Yakın Tarihimiz 2, no. 20 (5 July 1962): 153;İlhan Selçuk, Yüzbaşı Selahattinin Romanı, Cilt II (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1975), 58–59; Muhittin Ünal, Miralay Bekir Sami Ginsev’in
Kurtuluş Savaşı Anıları (İstanbul: Cem Yayınevi, 2002), 27–30. Rauf Orbay’ın bu olayla ilgili kendi anıları oldukça belirsiz. Cemal Kutay, Osmanlı’dan Cumhuriyete Yüzyılımızda bir İnsanımız, Hüseyin Rauf
Orbay, 1881–1964 (İstanbul: Kazanc¸ Kitap Ticaret, 1995), 356–58.
24. Hacim Muhittin Çarıklı, Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri ve Hacim Muhittin Çarıklı’nın Kuva-yı Milliye
Hatıraları, 1919–1920 (Ankara: Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü 1967), 24.
25. Zühtü Güven, Anzavur İsyanı: İstiklal Savaşı Hatıralarından Acı Bir Safha (Ankara: Türkiye İş Bankası,
1965), 27–28.
26. BOA.DH.KMS 54-3/68, 19 August 1919; PRO/FO 371/5047/4272, 6May 1920; PRO/FO 371/5054/9302,
3 August 1920; PRO/FO 371/4160/154462, 22 November 1919; PRO/FO 371/4161/161867, 12 November
1919.
27. “Pomak” terimi genellikle Bulgarca konuşan Müslümanlar için kullanılan bir terimdir. Rodop Dağları’ndan gelen büyük miktardaki muhacir ya da mülteci Biga^ya yerleştirilmiştir.
28. Güven, Anzavur İsyanı, 18–23.
29. BOA.DH.EUM.AYS¸ 9/38, 22 May 1919; BOA.DH.EUM.AYS¸ 16/27, 19 July 1919; BOA.DH.EUM.AYS¸
18/119, 8 August 1919. Arnavutlar ve Gürcü Yetimoğlu ailesi arasında 1. Dünya Savaşı’nda ortaya çıkan gerginlik devam ediyordu. 1919 Temmuz’unda iki taraf arasında bir ateşkesin yapıldığı aktarıldı.
30. BOA.DH.EUM.AYS¸ 9/38, 24 May 1919; BOA.DH.EUM.AYS¸ 34/24, 4 March 1920; BOA.DH.KMS
55-2/56, 16 September 1919; BOA.DH.KMS 55-3/20, 4 October 1919.
31. BOA.DH.KMS 55-3/29, 30 October 1919.
32. BCA 272.11.11.32.25, 10 November 1917.
33. Ünal, Bekir Sami, 197.
34. Çarıklı, Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri, 102.
35. Ibid., 96.
36. Ibid., 97–98.
37. Özcan Mert, “Anzavur’un İlk Ayaklanmasına Ait Belgeler,” Belleten 56, no. 217 (1992): 847.
38. Sabri Yetkin, Ege’de Eşkıyalar (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003), 162–69.
39. Özer, Kurtuluş Savaşı’nda Gönen, 56.
40.BOA.DH.EUM.AYS¸ 49/63, 5 January 1921; Harb Tarihi Vesikaları Dergisi 5, no. 18 (1956): Document
452; Mert, “Anzavur’un İlk Ayaklanmasına,” 905.
41Uluğ İğdemir, Biga Ayaklanması ve Anzavur Olaylar Günlük Anılar (Ankara: T¨urk Tarih Kurumu
Basımevi, 1973), 3–13.
42BOA.DH.EUM.AYS¸ 39/37, 26 April 1920.
43BOA.DH.KMS 60-2/10, 19 April 1921.
44. İğdemir, Biga Ayaklanması, 59.Anzavur’un Güney Marmara’daki Kuva-yı Milliye karşıtı direnişini besleyen mühimmat ve para bizzat Anzavur’un kabulüyle İstanbul’dan sağlanıyordu.
45. Harb Tarihi Vesikaları Dergisi 4, no. 11 (1955): Document 272; Ünal, Bekir Sami, 219.
46. Harb Tarihi Vesikaları Dergisi 6, no. 19 (1957): Document 476; PRO/FO 371/5047/4272, 6 May 1920.
47. BOA.DH.EUM.AYS¸ 29/45, 31 December 1919; Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev (Ankara: Türk
Tarih Kurumu Basımevi, 1989), 1649–653.
48. Bu söz konusu öfkenin Güney Marmara’da nasıl açığa çıktığını, Kuva-yı Milliye karşıtı bir kereste ve tarım tüccarı olan Mehmet Rüştü’nün deneyimlerinden hareketle anlayabiliriz. Biga’daki isyan hareketinin yürütülmesine yardımcı oldu fakat evi Biga’daki çatışma sonrasında Gavur İmam’ın akıncı Pomakların saldırısına uğradı. Mehmet Rüştü Dahiliye Nazırlığı’na yazdığı bir mektupta, Biga’nın işgalinde arabulucu bir rol oynadığını fakat 16 Mart 1920’de çatışma başlamadan önce İstanbul’a kaçmak için bölgeyi terkettiğini iddia ediyor. Ne gariptir ki, başkente gelişi üzerine evi, Kuva-yı Milliye tarafından bir kez daha yağmalanmıştı. BOA.DH.EUM.AYS¸ 40/18, 6 May 1920.
49. İğdemir, Biga Ayaklanması, 34. Köylülerden biri şöyle yakınıyor: “Hiçbir vergi sekiz ağaca bir ağaç ya da sekiz tavuğa bir tavuk olabilir mi? Fakat Hamdi Bey bunu yapacak. Yedi haneden bir öküz yeter ve her haneden bir koyun yeter de artar bile. Fakat o, sahip olduğunuz yüz koyunu Kuva-yı Milliye’ye vermemizi söyledi. Gerçekten böyle olmak zorunda mı?”
50. Ibid., 13.
51. Kuva-yı Milliye’nin politik tabiatının, (özellikle padişah yanlısı)İstanbul basınında bilfiil müzakere edildiği aklınızda bulunsun. Mustafa Kemal’in Anadolu’daki takipçilerine baktığımızda; birçoğu Kuva-yı Milliye’yi tamamen İTC’nin yeniden paketlenmiş bir versiyonu sanıyorlardı. “Harekat-ı Milliye – İttihat ve Terakki,” Alemdar, 6 October 1919.
52. Canip Bey, Bursada İşgal Günlüğü (Bursa Vilayetinde Yunan Fecayii) (İstanbul: Düşünce Kitabevi
Yayınları, 2004), 245.
53BOA.DH.EUM.AYS¸ 54/30, 19 June 1921; BOA.DH.EUM.AYS¸ 55/65, 21 August 1921; BOA.DH.
EUM.AYS¸ 57/10, 23 October 1921; BOA.DH.EUM.AYS¸ 62/11, 2 July 1922.
54.İbrahim Ethem Akıncı, Demirci Akıncıları (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1989), 216–17.
55. Ibid., 285.
56. Ibid., 32–33.
57. BOA.DH.˙IUM 20/28/14/77, 13 August 1921. Bu belge Yakın Doğu Çerkes Birliği’nin örgütlenmesinin ve amaçlarının, toplantının başlamasından üç hafta öncesinden bilindiğini iddia ediyor.
58. BOA.DH.KMS 60-3/26, 31 December 1921.
59.Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler: Mütareke Dönemi, Cilt II (Istanbul: HÜrriyet Vakfı
Yayınları, 1989), 589–91.
60.PRO/FO 371/5171/13982, 16 October 1920.
61.David Edwards, “Mad Mullahs and Englishmen: Discourse in the Colonial Encounter,” Comparative
Studies in Society and History 31 (1989): 647–70.
62. Fahri Görgülü Yunan İşgalinde Kirmasti (Mustafakemalpas¸a) (Mustafakemalpaşa: Yeni Müteferrika Basımevi, 1960), 50. Emekli bir jandarmanın bryanına göre bildiri, İzmir kongresinden sonra Çerkes ileri gelenlerinin yaptığı küçük toplantılarda dağıtılmıştır.
63. PRO/FO 371/5171/13982, 16 October 1920.
64. Ibid.
65. PRO/FO 371/6580/13914, 13 December 1921.
66. Zülfikar Ali Aydın, İkinci Susurluk: Bir Kasaba Cinneti (İstanbul: Metis Yayınevi, 2002), 50.
67. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Cilt III (İstanbul: Atındağ Yayınevi, 1968), 952; PRO/FO 371/7919/14515,
12 December 1922.
68. BCA 30.10.105.688.9, 12 May 1923; Emrah Cilasun, Baki İlk Selam (İstanbul: Belge Yayınları, 2004),
212–13; PRO/FO 371/7919/14515, 12 December 1922; Mehmed Fetgerey Şoenu, Çerkes Meselesi (İstanbul:
Bedir Yayınevi 1993), 62–64.
69. Şoenu, Çerkes Meselesi, 71–77.
70. Kamil Erdeha, Yüzellilikler yahut Milli Mücadelenini Muhasebesi (İstanbul: Tekin Yayınları, 1998),
229–30.
71. Erik Jan Zürcher, “Young Turks, Ottoman Muslims and Turkish Nationalists: Identity Politics 1908–
1938,” Ottoman Past and Today’s Turkey, ed. Kemal Karpat (Leiden: E. J. Brill, 2000), 174.
72. Söner Çagaptay, “Crafting the Turkish Nation: Kemalism and Turkish Nationalism in the 1930s” (PhD
diss., Yale University, 2003), 218–21.
73. Alexandre Toumarkine, “Kafkas ve Balkan Göçmen Dernekleri: Sivil Toplum ve Milliyetçilik,”
Türkiyede Sivil Toplum ve Milliyetcilik, eds. Stefanos Yerasimos et al. (İstanbul: ˙Iletişim Yayınları, 2001),
425–50.
74. Ayhan Kaya, “Cultural Reification in Circassian Diaspora: Stereotypes, Prejudices and Ethnic
Relations,” Journal of Ethnic and Migration Studies 31 (2005): 129–49.
75. Ahmet Efe, Gizli Kalmış Bir İhanet: Çerkez Kongresi ve Çerkez Ethem (İstanbul: self-published, 2004).
76. Miroslav Hroch, Social Preconditions of National Revival in Europe: A Comparative Analysis of the
Composition of Patriotic Groups among the Smaller European Nations (New York: Columbia University
Press, 2000), 107–16.
77. Avagyan, Ç erkesler, 132–35.
78. Oldukça açık sözlü bir Kuva-yı Milliye taraftarı olan Kuzey Kafkasyalılar Hakkı Hami (Ulukan), Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’da mecliste Sinop temsilcisi oldu. 3 Kasım 1922’deki bir oturumda, “Çerkeslerle Türkler et tırnak olmuşlardır” sözü mecliste çok büyük alkışla karşılandı.  Aynı şekilde, Yunan ordusunun safında olan Kuzey Kafkasyalıların tanassur ettiğini söylemiştir. T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 24 (Ankara: TBMM Matbaası, 1960), 367;Muhittin Ünal, Kurtuluş Savaşı’nda Çerkeslerin Rolu
(Ankara: Tavak Matbaası, 2000), 140–41.
79. Bülent Özbelli, “Başbakan Erdoğan ve Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi Görüşmesinden Notlar,”
Nartajans, www.nartajans.net/nuke/modules.php?name=News&file=article&sid=534 (accessed 10 December
2006).

Adı Çıkmış Bir Tebaa, Görünmez Vatandaşlar Kuzeybatı Anadolu’da Türk Milli Hareketine Karşı Kuzey Kafkasyalı Direnişi 1919-23 (*) (Bölüm 6)


Adı Çıkmış Bir Tebaa, Görünmez Vatandaşlar Kuzeybatı Anadolu’da Türk Milli Hareketine Karşı Kuzey Kafkasyalı Direnişi 1919-23 (Bölüm 6)


Anzavur’un Hayaletini Öldürmek: Çerkez Direnişi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğuşu

1922’nin Ekim’inde gerçekleştirilen büyük çaplı bir Kuva-yi Milliye karşı atağı, kongrenin ayrılıkçı emellerine son noktayı koydu. Mustafa Kemal’in kuvvetleri Güney Marmara’ya son derece kanlı bir baskında bulundular, söylenenlere göre yalnızca Susurluk’ta otuz üç ileri geleni ihanet uçundan idam ettiler (66). Liderleri (Çule) İbrahim Hakkı’nın da aralarında bulunduğu birçok Şark-ı Karip Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti üyesi ya Yunan adası Midilli’ye (Lesbos) sürgüne gönderildiler ya da sınırdan geçerek Batı Trakya’ya firar ettiler (67). 1923 baharı itibariyle, muhtemelen yirmi binin üzerinde Kuzey Kafkasyalı Yunan topraklarında derme çatma mülteci kamplarında yaşıyordu. (Anzavuroğlu) Kadir’in de bulunduğu bazı kişiler ise Anadolu topraklarına geri dönüş planlarına başlamıştı. Kadir ve birçok kişi, Yunan devleti tarafından eğitilip korundu ve 1923’te Ankara karşıtı yeni bir isyan başlatmak umuduyla, Güney Marmara’ya en az üç kez silahlı sefere yollandı (68). Bu muhalif Çerkesler’in tüm çabaları başarısızlıkla sonuçlandı.

1923’ün Haziran’ında, Ankara hükümeti süregelen bir direnişin köklerini kazımaya karar verdi. 1923’ün Mayıs ve Kasım ayları arasında, Gönen ve Manyas civarındaki toplam kırk üç köyde yaşayan yaklaşık 10,000 Kuzey Kafkasyalı, cebren Doğu Anadolu’ya sürüldü (69). Türkiye Büyük Millet Meclisi, tam bir yıl sonra 1924’ün Nisan’ında, Gönen ve Manyas’taki yirmi sekiz Çerkes ileri gelenlerinden oluşan bir liste hazırladılar – “vatan hainleri”- ve bu kişileri Türk vatandaşlığından çıkardılar. Haklarında belli başlı bir suçlama olmamasına rağmen, meclis tutanaklarına göre, İzmir’deki kongre katılımcılarıyla birlikte Kurtuluş Savaşı sırasındaki işbirlikçilik yaptıklarına ve direniş eylemlerinde yer aldıklarına kanaat getirilebilirdi (70).

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk on yılında, Çerkesler de diğer Müslüman “azınlık” unsurları gibi önceden tasarlanmış bir baskı harekâtının odak noktasındaydılar. Kafkas dilleri ve hatta “Çerkes” lakabının bile kamuda kullanımı yasaklandı (71). Devletin içişleri görevlileri, 1930’lara kadar dolaşan bir Çerkes isyanı söylentisine karşı silahlı oldukları bilinen muhacir Çerkes işçilerin ve Kuzey Kafkasyalılar’ın Güney Marmara’da bulundukları yerleri ve hareketlerini titizlikle izliyorlardı (72).

Fakat Atatürk’ün ölümü sonrasında, Kuzey Kafkasyalılar resmi olarak haklarına kavuştular. 1950’den itibaren,  eğitim ve dış politika aktivizmine tahsis edilen çeşitli Kuzey Kafkasya diaspora örgütleri (dernekler) ortaya çıktı (73). Türkiye’de son zamanlarda, Çerkesler tarafından en yaygın olarak kullanılan dil olan Adige dilinde radyo ve televizyon yayınları başladı. Çerkeslerin “ihanet” tarihi açık toplantılarda çok istisnai olarak gündeme getirildi (75).

Miroslav Hroch, Doğu Avrupa’da milliyetçilerin toplumsal kökenlerine ilişkin çığır açıcı çalışmasında, “parçalanmış milliyetçilik” adını verdiği fenomeni tanımlıyor. Hronch’a göre, milli bilincin etkin bir düzenleyicisi olarak burjuvazinin (politik ya da ekonomik) geç gelişimiyle birlikte bir kitle hareketine doğru evrilmemiş olan bir milliyetçilik, başarısızlığa uğrar (76). Bu durum, Güney Marmara’daki Çerkesler’in durumuna, bir de bu açıdan bakmayı teşvik ediyor. Henüz kuruluş aşamasında olan İstanbul tabanlı bir hareket, Osmanlı İmparatorluğu diasporası arasında Kuzey Kafkasya milliyetçiliğini yükseltmeye teşebbüs etti. Şimali Kafkas Cemiyeti gibi birçok grup, genellikle Kuzey Kafkasya’daki çağdaş meselelerle ilgileniyordu. Bu sırada, 1. Dünya Savaşı’ndan önceki yıllar zarfında, İstanbul’daki seçkin çevreler de Adigece neşriyat ve okullar kurma konusunda başarı sağlıyorlardı (77).

Fakat bu çabaların Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Güney Marmara’da olan bitenle çok az ilgisi vardı. Anzavur Çerkes milliyetçiliğiyle ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamıştı. İngiliz ve Osmanlı beyanları da benzer şekilde; Şark-ı Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti’nin de temsil ettiğini iddia ettiği unsurlar üzerinde çok küçük bir etkiye sahip olduğunu belirtiyor. Güney Marmara’daki Kuzey Kafkasyalıları, Mustafa Kemal’in Kuva-yi Milliye Kuvvetleri’ni reddetmeye iten en can alıcı etmenler; seçkinler arasındaki politik güvensizlik ve yaygın sosyal ve ekonomik memnuniyetsizlikti.

(*) Devam edecek



29 Ağustos 2016 Pazartesi

Kuş Gölü ve Görsel Öyküleri (Mustafa Özcan, 29 Ağustos 2016)


Kuş Gölü ve Görsel Öyküleri

Konumuz fotoğfaf sanatçısı Münip Bayraktar tarafından Bandırma Kuş Gölü’ne göç ile gelen kuşların fotoğraflarının Kuş Gölü Öyküleri adıyla Bandırma Belediyesi’nce 2016 Mayısı‘nda bastırılarak sanatseverlerin hizmetine sunulmuş kitap (*) ile Kuşcenneti Milli Parkı’nın (**) tanıtımı bu yazının amacıdır.
Antik Dünya’da Daskylitis Limne olarak bilinen Göl’deki Kuşcenneti’nin adı ile bağlantılı olarak Bandırma’da yapılmakta olan Uluslararası Festival’in 27’ncisi münasebeti ile Belediyece bastırılan söz konusu yapıt, çoğu isimlendirilmiş 190 civarında fotoğraf ve sürrealize edilmiş fotoğrafik görüntü’den derlenmiş bir koleksiyon kataloğudur. 
Koleksiyonun sahibi M. Bayraktar esasen meslekten diş hekimidir. 1948 yılında Karacabey’de bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Fotoğraf sanatı ile meşgul olmaya başlaması 1989 yılına rastlar. Yaptığı çalışmalar ile kendisinden övgüyle söz ettiren sanatçı 1995 yılında kurulan fotoğraf sanatı derneği, BANFAD’ın da kurucuları arasında yer almaktadır.
Öte yandan, bir doğa harikası olarak daha 2500 yıl önce Pers İmparatorluğu’nun Küçük Asya Satraplığı’nın Merkezi olan Daskylion kenti ile Göl’ün Kuzeydoğu kıyısı arasında o zamanlar Paradeisos diye anılan Kuşcenneti arazi ile Göl‘ün Kocaçay deltası’nda toplam olarak 266 kuş türünün konakladığı bu sulak alan eşsiz bir faunal mikro-ekosistemdir. 
Bu hali ile bir dünya mirası olan Kuşcenneti, Ülkemize Atatürk’ün daveti ile Alman akademisyenler topluluğu kapsamında 1937’de İstanbul Üniversitesi’ne gelen Prof. Dr. Curt Cosswig (1903-1982) tarafından keşfedilip 1959’da Kuşcenneti Milli Parkı adı ile tescillendikten sonra yeniden tanınmıştır. 
Türkiye’deki akademik zooloji’nin kurucusu olarak bilinen Cosswig uzun yıllar hizmet verdiği Ülkemizdeki akademik yaşamının ardından emekliliğini geçirmekte olduğu Hamburg’ta vefatı sonrası vasiyeti üzerine İstanbul Aşiyan mezarlığına gömülmüştür (***).
Mustafa Özcan (29 Ağustos 2016)
________________
(*) Bayraktar, Münip, Kuş Gölü Öyküleri, Bandırma Belediyesi Yayınları, Mayıs 2016.
(***) https://tr.wikipedia.org/wiki/Curt_Kosswig



6 Haziran 2016 Pazartesi

Adı Çıkmış Bir Tebaa, Görünmez Vatandaşlar Kuzeybatı Anadolu’da Türk Milli Hareketine Karşı Kuzey Kafkasyalı Direnişi 1919-23 (Bölüm 5) (*)


Adı Çıkmış Bir Tebaa, Görünmez Vatandaşlar Kuzeybatı Anadolu’da Türk Milli Hareketine Karşı Kuzey Kafkasyalı Direnişi 1919-23 (Bölüm 5)


Son Bir Nefes: Çerkez İsyanın Tekrar Değerlendirmek 

1921 kışında Kuva-yi Milliye kuvvetleri Sakarya Nehri gerisinde siperdeyken, Güney Marmara’da Çerkes ileri gelenlerinin oluşturduğu gizli bir ittifak oluşmaya başlamıştı. 24 Kasım 1921’de yirmi iki Çerkes İzmir’in merkezinde bir kahvehanede toplandı. Çoğunluğu Adapazarı, İzmit, Karamürsel, Kandıra, Bilecik, Geyve, Bursa, Gönen, Erdek, Bandırma ve Balıkesir gibi Güney Marmara illerinden ya da köylerinden gelmişti. Ayrıca Hendek, Düzce, Manisa, Aydın, Eskişehir ve Kütahya’dan da temsilciler bulunuyordu. Çoğunluğu Anzavur’un direniş hareketinde ön saflarda yer almışken, bir kısmı 1919/1920 isyanlarında arka planda kalmışlardı.
Önceleri Kuva-yi Milliye ve İTC’nin önde gelen kişiliklerinden olan Çerkes Reşit de, kardeşi Ethem gibi bu toplantıda yer aldı (58).  Toplantının sonunda kendilerini Şark-ı Karip Çerkesler’i Temin-i Hukuk Cemiyeti temsilcileri olarak tanıtan kişiler, “Çerkes Milletinin Süper Güçler ve Uygar Dünya’ya Genel Bildirisi” başlıklı bir belge sundular.  Kısım kısım şu şekilde devam ediyordu:

Kongre formatında gerçekleştirilen bu toplantı, ulusal haklarını Büyük Savaş’ın sonunda büyük güçler tarafından belirlenip açıklanmış ulusal prensiplere bağlı bir azınlık olarak ele almaktadır. Temsilciler, ulusal taleplerini iletmiş ve savaşı kaybeden ülkeleri bu hakları kabul etmeye zorlamak konusunda fikir birliğine varmış olan Müttefik Güçlere, özellikle Yunan Hükümetine, sığınacaklarını açıklamışlardır. (…)
Bugün Anadolu’da yerleşik olan Çerkes nüfusu en az iki milyondur. Çerkesler ulusal geleneklerini, dil, adetler, duygular ve medeniyet yoluyla korumakta ve sürdürmektedirler. Çağdaş medeniyetler ailesinde yer almakta olup, beyaz ırkın ve seçkin Aryan ailesinin bir parçasıdırlar (…)
Anayasanın kabulünden 13 yıl önce Türk yönetimi doğru politikalardan yoksun kalmıştır. Türkçülük ve Turancılık akımlarını benimseyen Türk yöneticiler, Türkleştirme yöntemiyle çok sayıda Osmanlı ulusuna yönelik hatalı bir tedhiş politikası izlemiştir. Ulusların yok edilmesi ve Türk olmayanların can güvenliğini ortadan kalkmasıyla Çerkesler, tamamen kendilerini koruma amacından kaynaklanan bir mağduriyetle harekete geçmişlerdir. Süregelen felaketler, Çerkesler’in kendilerini korumaya yönelik bir ulusal hedefe yönelmelerine neden olmuş ve kendilerini Çerkes ulusunun toplu kıyımına karşı silahlı bir direniş oluşturmaya adamışlardır.
Bu nedenle Çerkesler, kıymetli evlatlarından binlercesini kaybetmiştir. Mülkleri ve evleri çalınmış, köyleri yakılmıştır. Kısaca Çerkesler, kendilerine bir sığınak tahsis edilmemesine ve mülklerine zarar verilip el konulmasına rağmen savunma durumunda olmuşlar ve olmaktadırlar. (…)
Kurtarılmayacaklarını gördükten sonra, Çerkesler doğru bir karar vermiş ve doğal olarak kendilerini işgal bölgesinde koruma sözü veren Yunan ordusuna katılmışlardır. ( Arnavutluk ve Arap Devletleri’nin de daha önce aynı nedenlerle yabancı kurtarıcılar aradıklarına şüphe yoktur.) Bir buçuk yıl boyunca mücadele eden ve milyonlarca masum Müslüman ve gayri müslimin hayatını kurtaran bu Çerkesler hizmetlerinden dolayı övgüyle anılmalıdır.
Uluslarar asında en yüksek medeniyet ve insanlık düzeyine sahip olan anlayışlı Yunan hükümeti, Çerkesler, Ermeniler ve özellikle Rumlar arasında hiçbir fark gözetmemektedir. Çerkes sığınmacı ve mültecilere yer ve maddi yardım sağlayarak onları refaha kavuşturmuştur.
Bu dilekçenin amaçları:
A-     Ulusal varoluşumuzun tanınması.
B-     Seküler Çerkes toplumunun sürekli bir tehdit altında yaşadığının bilinir kılınması.
C-      Çerkeslerin, Yakın Doğu’daki Çerkesleri Türklerin günahlarından korumak amacıyla, barışçıl bir şekilde Yunan koruması altında yaşama taleplerinin bildirilmesi.

Belgenin sonunda imza veren tüm katılımcılar kendilerini bir kabile adıyla ( Pşev, Çule, Ançok ve Bağ gibi) ve temsil ettikleri bölgeyle tanımlıyordu. Kesin bir bölge talebinde bulunulmasa da, bu özerk bölgenin merkezi, muhtemelen Güney Marmara kıyısındaki Balıkesir bölgesi olacaktı (60).

Daha sonra İngiltere, Yunanistan ve Fransa’deki temsilcilere gönderilen bu bildiri, Güney Marmara’daki Çerkes direnişinin politik ve sözlü temsiline dair büyük bir hareket olması nedeniyle çok dikkat çekiciydi. Anzavur’un mücadelesini Kuva-yi Milliye karşıtı olarak tanımlayan popülist iddialar ortadan kalkmıştı. Bu çağrının yazarları Pomak, Çetmi ya da Arnavut muhacirler gibi diğer muhalif gruplarla ortak bir yönetim oluşturmak yerine, Güney Marmara’daki diğer grupların (Rum ve Ermeniler hariç) varlığını yadsıyarak, yalnızca Kuzey Kafkasyalıların durumunu tartışıyordu. Aynı Anzavur gibi, bu kongrenin katılımcıları da kendilerini İTC hükümranlığında daha da yoğunlaşan, uzun bir istismar hikâyesinin merkezine koyuyorlardı. Fakat Anzavur kendini asla,  en azından resmi olarak, ne tam olarak bir Çerkes hareketinin lideri ne de ayrılıkçılık taraftarı olarak tanımlamamıştı.

Büyük güçlere yönelik bu talep tasarısı bizatihi, kongre delegelerinin mücadelelerinin uluslararası içeriğinin farkında olduklarının göstergesiydi. Bu taleplerin tabanında, belgenin yazarları tarafından Büyük Britanya ya da Fransa’dan çok daha büyük bir gücün mevcudiyetinin kavranması yatıyordu: uluslararası hukuk. Bu nedenle, Türkleştirme politikası ve Kemalist hareketin zorlamaları, şiddet ya da insanlık dışı eylemlerinden ziyade, Çerkes “azınlığın” “sivil ve politik hakları”nın ihlali anlamına da geliyordu. Korunma ve bunun uzantısı olan özerklik talebi, direkt olarak Woodrow Wilson’un On Dört Prensibi’nin on ikincisini çağrıştırıyordu. Çerkesler bu taleplerin geçerliliğini, kendilerinin Avrupalı güçlerle uzak emsal olmalarına bağlıyordu. Belgede, “medeniyet”in en yüksek kademesindeki “beyaz Aryan ırk” mensubu oldukları ve cebren Doğu’ya sürüldükleri belirtiliyordu. Müslüman olmalarına rağmen, Çerkesler seküler (ve görünüşe bakılırsa demokratik) bir yönetim sistemi taraftarıydı. Bu beyan, Batılı medyada ve politik münazaralarda çoğunlukla karikatürize edilen prototipik “bağnaz” ve “despot” Doğulu figürüne tezat bir vurgu yapıyordu (61).

Sözün özü, Güney Marmara’da 1920-1922 yılları arasında değişen politik iklim, bölgedeki bu muhalif ileri gelenlerin, eski sorunlara karşı yeni bir yaklaşım göstermelerine ön ayak oldu. Kuva-yi Milliye muhalefetlerinin çekirdeğinde kendi yerel otorite ve etkilerini muhafaza etme olgusu bulunsa da, işgalin başlaması bu muhalefet ifadesinin çıkış noktasını ve mekânını değiştirdi. Kuva-yi Milliye yok olmuştu ve İstanbul’da İngiliz birliklerinin denetiminde faaliyet gösteren Osmanlı hükümetinin en güçsüz olduğu bölge Güney Marmara’ydı. İşgalin birinci yılında, Çerkes ileri gelenleri Osmanlı İmparatorluğu’nun başarısız olacağını ve kolektif kaderlerinin Yunanların elinde güvende olduğunu düşünmeye başladılar.

Mücadele artık bölgenin geleceği ve bu gelecekte Çerkes seçkinlerinin oynayacağı rol ile ilgiliydi. Kuva-yi Milliyeciler tarafından yürütülen mücadele gibi, bu da yalnızca savaş meydanında değil, müzakere masasında kazanılması gereken bir savaştı. Şark-ı Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti, Kuva-yi Milliyeci hareketin birincil bürokratik organı olan Müdafaa-ı Hukuk gibi, halka tamamiyle hitap eden bir örgüt değildi. Bölgenin ileri gelenleri tarafından, halk tarafından seçilmeksizin oluşturulmuş bir heyetti. Kanıtlar gösteriyor ki, bu ileri gelenlerin temsil ettiklerini iddia ettikleri Çerkes toplulukları, bu karardan kongre dağıldıktan sonra ancak haberdar olmuşlardı (62).

İngiliz saha raporları, 1920’nin Ocak aylarında, Yunan koruması altında özerk bir Çerkes bölgesinin kurulmasını isteyen Güney Marmaralı Çerkesler’in oluşturduğu bazı yerel girişimleri işaret ediyordu (63). Yunan işgal kuvvetleri ise Kuzey Kafkasyalı isyancıların taleplerine daima hassasiyet gösteriyorlardı ve bazı Çerkes ileri gelenlerini, Osmanlı-Yunanistan sınırında “Kazaklar” gibi vazife görmeleri için Trakya’ya yerleştirme planları yaptıkları söyleniyordu (64). Ancak hem bölgedeki hem de Londra’daki İngiliz görevliler, Çerkes kongresinde yayınlanmış olan bu bildiriye bir nevi saçmalık gözüyle bakıyordu. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği başkanı Sir Horace Rumbold Çerkesler’in Anadolu’da “etnik bir azınlık” olarak özel bir muameleyi hak etmediklerini ve birçok Çerkes’in Yunan hâkimiyeti altında olmayan bölgelerde yaşamaları nedeniyle Yunan korumasının imkânsız olduğunu kesin olarak belirtti. Ayrıca Londra’daki bir görevli de “örgütün bu açıklamasının oldukça bariz bir Yunan propagandası olduğunu” söyledi. Herkes, Çerkesler için “özel” bir şey yapılamayacağında ve sonuç olarak Çerkesler’in (Yunan ve Ermeniler gibi) savaşın ardından yapılacak bir genel hükümet affına itimat etmek durumunda olduğunda hemfikir gibi görünüyordu (65).

(*) Devam edecek.

30 Nisan 2016 Cumartesi

Adı Çıkmış Bir Tebaa, Görünmez Vatandaşlar Kuzeybatı Anadolu’da Türk Milli Hareketine Karşı Kuzey Kafkasyalı Direnişi 1919-23 (Bölüm 4) (*)


Adı Çıkmış Bir Tebaa, Görünmez Vatandaşlar Kuzeybatı Anadolu’da Türk Milli Hareketine Karşı Kuzey Kafkasyalı Direnişi 1919-23 (Bölüm 4)

Sadakatin İntikamı: Çerkezler ve Ahmet Anzavur İsyanı

1919’ın Ocak ayının sonlarına doğru, Güney Marmara’da Kuzey Kafkasyalılar ve Mustafa Kemal destekçileri arasındaki gerilimin iyice hararetlendiği sırada; daha sonraları bölgedeki halk ayaklamasını başlatacak olan bir adam, ilk kez Manyas’ın dışında yapılan bir at yarışında kendini göstermişti. Emekli bir jandarma ve Biga’da toprak sahibi olan Ahmet Anzavur, 25 Ekim’de kalabalık bir Çerkes izleyici kitlesinin karşısına geçerek, Kuva-yi Milliye komutanı Hacim Muhittin (Çarıklı)’yı yakalamak (ya da öldürmek) için Balıkesir’e doğru ilerleme niyetini açıkladı (35). Manyas’taki konuşmasını izleyen günlerde, şahsi ve yazılı beyanlarla Kuzeybatı Anadolu’ya padişah tarafından gönderildini ve halka hiçbir maliyeti olmaksızın, Yunanlara karşı kendi ordusunun başında olacağını açıkladı. Karşıt olduğu Kuva-yi Milliyeciler bu teşebbüsünde ona destek olmak zorundaydılar; aksi takdirde onlar da halife ve İslam devletine karşı büyük bir tehdit olarak kabul edileceklerdi (36).

Ahmet Anzavur, Kuva-yi Milliye karşıtı harekât yürüten bölgesel ileri gelenlerin daha eski bir sınıfını temsil etmektedir. Anzavur şu anki Rusya Federasyonu’nun özerk Adige Cumhuriyeti’nde doğmuş ve 1864’teki büyük Çerkes göçünde Anadolu’ya gelmiştir. Türkçe okuma yazması olmamasına rağmen, II. Abdülhamit tarafından  (söylenenlere göre padişahın cariyelerinden biri olan kız kardeşinin etkisiyle) Makrıköy (Bakırköy) Jandarma Teşkilatı’nda görevlendirilmiştir (37). Çerkes katılımcılardan oluşan birliğinin başında iken, 1911’de Aydın vilayetinin Çakırcalı bölgesindeki soyguncuları takip edip yakalaması sonrasında, Anzavur kariyerinin tepe noktasına ulaşmıştır (38). II. Abdülhamit aralarında mücevher kaplamalı bir kılıç ve bir kaç Çerkes eşin de bulunduğu bir ödülle Anzavur’u onurlandırmıştır. Sonrasında da Biga’ya yerleşip, büyük bir toprak sahibi olmuştur (39). Jön Türk İhtilali sonrası hamisinin görevine son verilince, Anzavur İTC tarafından sürgüne gönderildi ve nihayetinde görevinden alındı. Buna rağmen Anzavur, yüzlerce diğer Kuzey Kafkasyalı gibi, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı gizli servisinde görev yaptı ve savaş bittiğinde halen Güney Marmara’daki Kuzey Kafkasya diasporasında ve sarayda büyük bir ağırlığa sahipti.

1919 Kasımı’ nın ilk iki haftasında Anzavur Karesi, Kale-i Sultaniye ve Hüdavendigar bölgelerini dolaşıp, halka kendisiyle beraber Balıkesir’e ilerlemeleri için çağrıda bulundu.  Silah altındaki kişilerin sayısının haftadan haftaya değişkenlik göstermesine rağmen, yüzlerce Kuzey Kafkasyalı’nın yanısıra Arnavut, Pomak, Kürt, Boşnak, Çetmi ve diğer muhacirlerle birlikte diğer ötekileştirilmiş insanlar Anzavur’un yanında yer almayı tercih etti (40). Bu ilk seferberlik 15 Kasım 1919’da, Çerkes Ethem komutasındaki bir Kuva-yi Milliye birliğinin Anzavur’un kuvvetlerini bozguna uğratması sonucunda kısa zamanda sonlandırıldı.
Bunu izleyen iki ayda Anzavur ve mülazımları geri çekilseler de Karesi’deki Çerkes köylerini dolaşmaya devam ettiler. Şubat 1920’de çıkan ikinci bir ayaklanma sırasında, Anzavur’un çoğunlukla Çerkesler’den oluşan ordusuna, anayurdu olan Biga’dan isyancı Pomaklar da katılmıştı (41). Bu birleşik isyancı ordu iki ay içinde Kuva-yi Milliyeciler’in eski kaleleri olan Biga, Bandırma, Karacabey, Kirmastı ve Gönen’i ele geçirerek, öne çıkan Kuva-yi Milliyeci saha komutanlarını infaz ettiler. Bu kriz anında Kuva-yi Milliyecilerin yardımına yine Çerkes Ethem koştu ve Anzavur’un adamlarını Yahyaköy köyü dışında (Susurluk yakınlarında) gerçekleşen bir çatışmada bozguna uğrattı. 15 Nisan 1920’de çatışmanın sona ermesiyle, Anzavur ve yakın arkadaşları firar ederek İstanbul’a kaçtılar.

Anzavur bir ay sonra, İzmit’in dışında yapılan (Düzce ve Adapazarı çevresindeki Kuzey Kafkasya muhacirleri tarafından başlatılan) üçüncü bir Kuva-yi Milliye karşıtı isyanı desteklemek için ortaya çıktı (42). Bu defa Anzavur ve Çerkes müttefikleri Kuva-yı İnzibatiye’nin padişah yanlısı komutanı Süleyman Şefik Paşa’nın emrinde görev aldılar. Anvazur Mayıs’ta bir kez daha yenilgiye uğrayarak ikinci defa İstanbul’a kırık bir bacakla geri döndü. 1921 baharında Anzavur’un Güney Marmara kıyılarına üçüncü kez dönüşü hayatına mal oldu. Karabiga’nın dışında Kuva-yı Milliye taraftarı çeteciler tarafından suikaste uğradı (43).

Anzavur’un Güney Marmara’ya Sultan Vahdettin ve İstanbul’daki Hürriyet ve İtilaf Fırkası liderlerinin emriyle yollandığı konusunda pek kuşku duyulmamaktadır (44). Anzavur isyanına İstanbul hükümeti tarafından verilen manevi ve mali destek, cephede yer alan Kuva-yi Milliyeci komutanların ve Ankara’nın bu Çerkes’i “İngiliz oyuncağı” ve iki yüzlü sultanın avanağı olarak adlandırmasına neden oldu (45). Bu suçlamalar kısmen doğruydu. Anzavur görünüşe göre İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği’nden çeşitli yardımlar alıyor ve kesin olarak sarayın bencil menfaatlerine hizmet ediyordu (46).  Fakat bu noktada durmak, Anzavur ve binlerce diğer Çerkes (ve Çerkes olmayan) destekçisini, Kuva-yi Milliye Hareketi karşıtı bir isyanda hayatlarıyla kumar oynamaya zorlayan temel nedenlerini gözden kaçırmak demektir.

Anzavur’un 1919/1920 seferberlikleri, halkın Jön Türk savaş hükümetine karşı memnuniyetsizliğinin içinde kök saldı. Anzavur’a göre İTC rejiminin uygulamaları imparatorluğu gereksiz bir savaşa sokmuş ve toplumun en fakir kısmının eziyet çekmesine neden olmuştu. Destekçilerine yazdığı bir mektupta şöyle diyor:

Herkesin malumudur ki, herkesin kusursuz güvenceye ve İslam adaletine ulaşması için devletin ve milletin en önemli görevi düzeni sağlamaktır. (…)  İslami devlete son on yıl içinde, sonradan yağmacılık ve soygunculuğu getirenler hain İttihatçılar ve Hür Masonlardır. (…) Şehitlerin karıları ve çocukları ot ve toprak yiyerek açlıktan ölürken, İttihatçılar onların evlerine resmi olarak el koydular. Askeri makamlardaki vatan hainleri helva ve kuzu ziyafeti verirken, onlar bu evleri rüşvet olarak alıyorlardı. (…)  Günde beş defa dua ederek Allah’a hesap vermeleri için yalvarıyorum.(…) Şunu soruyorum: Ulu Peygamberimiz ve Müslümanların ibadet ettiği Kabe’nin dini kutsiyetinden bizleri mahrum bırakan kim? Müslüman çocukları Çanakkale Boğazı’ndan denize döken kim? Bu çocukları Kafkas dağlarında, Arap çöllerinde, İran’da, Yanya’da ve Romanya dağlarında öldüren kim? Bugün yüz bin  Müslüman kadın ve kıza vesika vererek onları fahişe yapan genç Masonlar değil mi? (…) Halifeye ve Müslüman devletine leke çalan bu adi adamların peşine düşeceğim. Devletin koruyucusu ve yalnızca Şeriat hükümlerinin kölesi olacağım (47).

Bu özetten hareketle; İstanbul’daki ilk İTC hükümetiyle beraber, illerdeki müttefikleri de halkın çektiği acının suçlularıydı. Anzavur’a göre, şu an Kuva-yi Milliye makamlarını dolduran adamlar, savaş zamanı çekilen zorluklardan da sorumluydular. Bu kanı,  Anzavur’la birlikte mücadele edenler için hiç de o kadar inanılması güç bir şey değildi. Savaş zamanının İTC yönetimindeki ordu mensupları, belediye başkanları, tüccarlar ve jandarmalar; şimdi Mustafa Kemal ve Kuva-yi Milliye namına istedikleri daha büyük fedakarlıklarla birlikte, yalnızca şapka değiştirmişlerdi.

Anzavur’un mesajı toplumun en fazla ötekileştirilmiş gruplarına, özellikle fakir muhacir ve mültecilere ulaşmıştı. Daha da önemlisi, Kuva-yi Milliye’den ziyade İslami sembolizmin meşruiyet, yaşayabilirlik ve adalete daha sağlam bir temel sağladığına dair iddiasını destekleyen kasıtlı bir dile sahipti. Demek istedikleri ve kastettikleri tam olarak politik olmamakla birlikte, daha çok toplumsaldı. Kuva-yi Milliye karşıtı Anzavur isyanının merkezinde yağma vaadi vardı. Anzavur’un adamları, yerel yönetim görevlilerinin yanı sıra vergi tahsildarlarının, ordu mensuplarının, tüccarların ve büyük toprak sahiplerinin mülklerine de sürekli saldırıyorlardı (48).

Biga’nın Kuva-yi Milliye komutanı (Köprülü) Hamdi’nin yakalanıp infaz edilmesi, Anzavur’un başlattığı bu ekonomik gerilime dayalı saldırıların somut bir örneğiydi. Hamdi 1920’nin Ocak’ında Biga’ya geldiğinde, bölgeden aşırı bir miktarda maddi destek talep etmişti (49). Ölümünü kutladıkları sırada, Anzavur’un mülazımlarından biri olan Gavur İmam isimli bir Pomak, Hamdi’nin insanların boynunu koparmaya çalıştığını böyledi. Fakat şimdi boynu kopan o olmuştu (50).

Anzavur ve diğer bölgesel ileri gelenleri, Mustafa Kemal’e karşı silaha sarılmak için daha derin kişisel sebepleri de vardı. Anzavur, servetinin büyük kısmı küçük bir kasaba olan Biga’da bulunan bir adamdı. Hiçbir resmi eğitimi olmaması nedeniyle, yüksek parti yöneticileri genelde imparatorluğun en iyi okullarında batı tarzı bir eğitim almış olan İTC hükümetinde yeri yoktu. Mektuplarında çoğunlukla İttihatçıların, aynı Masonlar gibi, kendisine yabancı gelen gelenek ve değerlere sahip yabancılar gibi hareket ettiklerinden bahsediyor. Kuva-yi Milliyecilerin zafer kazanma ihtimali, Anzavur için İTC rejiminin o ya da bu şekilde devam etmesi ve dolayısıyla da kendisi ya da ailesinin, devlette etkin bir konumda bulunma şansının sona ermesi manasına geliyordu. Anzavur için geriye kalan tek seçenek; (görüldüğü kadarıyla artık Mustafa Kemal’in komutası altında olan) İTC’nin geri dönüş ihtimalinden dolayı tehdit altında bulunan bir başka kurum olan saraydan yardım istemekti (51).

Anzavur suikasti, Kuva-yi Milliye hareketinin Güney Marmara’da karşılaştığı sıkıntıları sona erdirmedi. Anzavur’un Karesi’den geri çekilişini izleyen iki ay içinde, Yunan kuvvetleri Aydın kıyısındaki mevzilerinden hızlıca çıkarak, Mustafa Kemal’in düzensiz birliklerini Sakarya Nehri’nin doğusuna kadar sürmüşlerdi. 1920’nin Eylül’ünde Kale-i Sultaniye, Karesi, Hüdavendigar ve İzmit bölgeleri ortak bir Yunan-İngiliz işgali altına girmişti. Bu iki yılda toplumlar arası şiddet artarak devam etti.

Şiddetteki bu inanılmaz artışın büyük bir kısmından, gerçekleştirdikleri kasti etnik temizlik ve katliamlar nedeniyle Yunan birlikleri ve yerel müttefik kuvvetler sorumluydu. İşgalci Yunan kuvvetlerinin Bursa’da 822 kişiyi öldürdüğü iddia edildi ve Karesi ve İzmit’te birkaç Çerkes çetesi de Müslüman ve Hıristiyan sivillere saldırıda bulundu (52). Biga’da Ahmet Anzavur’un oğlu Kadir’e ait bir çete, babasının ölümüne neden olan Kuva-yi Milliyeci çeteciler ve Osmanlı görevlilerine karşı kanlı bir mücadele başlattı (53).

Çerkes gerillalar tarafından işlenen bu “vatana ihanet”, Karesi’de etki sahibi olan Kuva-yı Milliyeci gerilla kuvvetlerinin komutanı olan Akıncı İbrahim Ethem’i aleni şekilde öfkelendirdi. Yunan safına geçen Çerkesler’in “Türkleri ezme” arzusunun yanı sıra, “cüzdanlarını doldurma” vesilesiyle de harekete geçtiklerini söyledi (54). Hıristiyan düşmanın tarafını tutanlar Müslüman olduğu için, bu tür ihanet eylemleri çok daha affedilmezdi. Bir Çerkes köyündeki ateşli bir konuşmasında; “Ya Müslüman ya da gâvursunuzdur. İkisi arasında kalınmasını bir türlü anlamıyorum.” dedi (55). 1921’in Ocak’ında Çerkes Ethem’in iltica etmesi diğer Kuva-yi Milliye Hareketi mensupları gibi İbrahim Ethem’in de öfkesine mazhar oldu.  Çerkes Ethem’in isyan nedeni, Ankara’daki üst komutayla olan kişisel anlaşmazlıkları olmasına rağmen; bir Kuva-yi Milliyeci onun bu ayrılışını tüm Çerkeslere mal ediyordu:

Bize felaketi getiren Çerkeslerdir. Biz savaşırken onlar anavatanımızı satmaktan başka bir şey yapmadılar. Şu an en aşağı şekilde yozlaşmış, heybelerini doldururken Yunanlar’a boyun eğmişlerdir. Cezaları kurşundur (56).

Çerkeslere ilişkin bu düşünceler yerel bazda da ortaya çıktı. (Anzavuroğlu) Kadir’in Manyas’taki eylemleriyle ilgili bir soruşturma sırasında yerel jandarma şefi Çerkeslerle ilgili şöyle bir genellemede bulundu:

Çerkes mülteciler, cömert vatanımıza kabul edildikleri her bölgede, evlere saldırıp hırsızlık yapmadan önce “para kutusunu ver yoksa seni öldürürüm” şeklinde tehditler savururlardı.


Bu tarz kanıt ve beyanlar gösteriyor ki, özellikle Güney Marmara’daki Kuva-yi Milliyeciler Çerkesleri suç, ihanet ve döneklikle özdeşleştiriyordu.

(*) Devam edecek.